Life of pi.. Ang Lee bu sene düzenlenen Oscar ödül töreninde
ikinci defa en iyi yönetmen ödülünü aldı. Daha önce Brokeback Mountain ile bu
ödülü almıştı Tayvanlı yönetmen. Neyse oscarı boş verin o kadar da önemli
değil. Değerlendirmeye başlamadan önce yazımda filmle ilgili filmin sürprizini
bozan bilgiler vereceğimden filmi izlemeyenler dikkat.
Hemen bir parantez daha açayım film aynı adlı kitaptan
uyarlama ancak kitabı okumadığım için yazı film özelinde gelişecek.
Hayvanat bahçesinde doğup büyüyen Pi’yi erken yaşlarda
kendisini yaratıcıyı arama çabasındayken buluyoruz filmin başlarında. Annesinden
Hinduizmi, rahipten Hristiyanlığı, Müslümanlardan İslamı öğreniyor , mucizevi
hikayelerini dinliyor.
Ang Lee filmde sürekli
sonradan olacak olaylara gönderme yapıyor. Buna yazının devamında değineceğiz.
Pi ergen yaşlarına geldiğindeyse bu sorgulamalar azalıyor
bir kıza aşık oluyor. Tam o sırada babasının işleri kötü gidiyor. Hayvanat
bahçesindeki hayvanları satmak için Kanada’ya gitmeye karar veriyorlar. Japon
firmasıyla anlaşıp yola koyuluyorlar. Kuvvetli bir fırtına sonrası gemi batıyor
ve filikada Pi, zebra, orangutan ve sırtlan kalıyor. Bundan sonrası Pi’nin
hayatta kalma çabasına dönüşüyor. Sırtlan ayağı sakat olan zebraya saldırıyor.
Ardından orangutanı öldürüyor tam bu sırada kaplan ortaya çıkıp sırtlanı
öldürüyor. Aşçı, hizmetli, bahçıvan, uşak ilişkisi gibi biraz. Kaplanla baş
başa kalan Pi bilmem kaç gün yaşam mücadelesi veriyor.
Bu Pi’nin bize anlattığı ilk hikayesi. Japon firmasının
çalışanlarına anlattığı hikaye ise daha farklı. Aslında filikada kalan sakat
ayaklı zebra denizci, sırtlan aşçı, orangutan ise annesi. Demiştik ya filmde
sonraki sahnelere göndermeler var diye. Sırtlan orangutanı öldürdüğünde kaplan
ortaya çıkıyor. Yani Pi’nin aşçıyı öldürmesi kaplanla temsil edilmiş. (ki
filmin başındaki pi-kaplan ilişkisini hatırlayalım yerinde olmuş bu benzetme,
kaplan orangutan öldüğünde ortaya çıkıyor.)
Bundan sonrası Pi’nin yaşam mücadelesi değil Pi’nin içindeki
başka kendisini kabullenme çabaları. Kaplanı evcilleştirmek istemesi aslında
kendisinin “içindeki şeytanla” barışmak istemesidir. (İçindeki şeytan diyorum
filmin sonunda Pi o yanından böyle bahsediyor.)
Şimdi o esrarengiz adaya geliyoruz. Ada gündüz çok cömertken
geceleri tam bir öğütücüye dönüşüyor. Gündüz
Pi’nin aydınlık tarafını cömertliğini yardımseverliğini , gece ise
karanlık kötü tarafını temsil ediyor. Eğer Pi bir şey yapmazsa bu tarafının
,gece-karanlık, diğer tarafını öldüreceğini fark ediyor ve adayı terk ediyor.
Yolculuk boyunca yanında bulunan kaplan Meksika sahiline
geldiğinde Pi’den ayrılıyor. Her ne kadar o tarafını başta kabullenemese de
sonrasında barışıyor. Onun sayesinde hayatta kalıyor belki de. Artık toplum
içine döndüğünde ise o tarafına veda edemeden onu bırakmak zorunda kalıyor. Buna
üzülüyor her şeye rağmen.
Filmin sonuna gelindiğindeyse Pi’nin yaşamını yazacak olan
adamın Pi’ye aslında ikinci hikayenin doğru olduğunu söylediğinde Pi: “ Sana
bir şey soracağım. İki hikayede de gemi batıyor, nasıl battığı bilinmiyor ve
benden başkası hayatta kalmıyor. Bu iki hikayenin doğruluğunu ve yanlışlığını
kimse ispatlayamaz. Peki sen hangi hikayeyi tercih ederdin?” diye cevap
veriyor. Gerçekler acı verebilir çoğu zaman insanlara bundandır ki çoğu zaman
kendimizi keşke şöyle olsaydı derken buluruz. O yüzden alternatif hikayelere
ihtiyacımız vardır. Burada Socrates’in mutlak bilginin olamayacağı görüşünün
yansımalarını görüyoruz.( Hemen bir film
önerisi vermek istiyorum: Rashomon. Sokrates’in mutlak bilginin olamayacağı
görüşü üzerine güzel bir film. Japon yönetmen Akira Kurusowa filmi. Rashomon’da
da insanların inanmak istedikleri hikayeyi kurguladıklarını görebiliriz.) Pi’nin
küçük yaşlarda yaratıcıyı bulma çabalarına dinleri sorgulamasına boşuna
değinilmemiştir. Bu sorgulamaları yaparken mucizevi hikayelerle karşılaşmıştır.
Bu hikayelerin aslında daha farklı olabileceklerini insanların onlara
mucizevi olaylar yüklemiş olabileceğine
vurgu yapılıyor. Belki de Buda ormanda günlerce yemeksiz susuz kalmıyordur. Belki
de normal bir insandan daha az yiyordur ancak bu hikaye anlatılırken efsaneye
dönüştüğünü görüyoruz. İnsanların bunları duymaya meyilli olduklarını
göstermeye çalışıyor film bize.
Sonuç olarak, filmden hiçbir beklentim yoktu. Aslında bu
filmi Murat Yılmaz ele alacaktı. Yazdığı yorumu değerlendirmem için filmi
izlememi istedi. Hiçbir beklentim olmadığı film beni etkiledi diyebilirim. O
yüzden birkaç şey karalayım dedim. Murat bu filme başka açıdan yaklaşmış belki
ilerleyen günlerde onun da yazısını görebiliriz.
Yeni yazılarda görüşmek üzere…
Filmi izlediğimde beni en çok etkileyen pi'nin şu sözüydü: "Beni en çok üzen şey asla vedalaşamamak oldu." Bununla birlikte pi'nin dinleri sorgulaması ve aslında ortak bir noktalarının olabileceğini göstermesi önemliydi.
YanıtlaSilYoruma gelecek olursak yönetmenin (açıkça olmadan) yaptığı benzetme ve yerine koymalar gerçekten başarılı olmuş bence bu konuda haklısın. Ben de şahsen önyargılarıma yenilip bu filmden bir şeyler beklemeyenlerdendim ancak izledikten sonra çok etkilendim. :)
İnsanların her şeyi efsaneleştirmeye çalıştıklarını anlatmaya çalışmış çıkarımını yapmışsın film için. Ancak şu soruyu sormak isterim neden Pi kendini efsaneleştirmeye çalışsın? Pi karakteri böyle bir karakter değil.
Bir başkası anlatsaydı hikayeyi bu çıkarımı yapabilirdik ancak net bir çıkarım değil bu.
pi kendini efsaneleştirmiyor ki, yaşadığı olayı efsaneleştiriyor.daha düzgün ifade edecek olursak aslında mucizevi bir olay yaşadığına inanmak istiyor.bir olayı gözümüzle görebiliriz ancak beyinde algısı farklı olabilir.efsaneler de böyle türüyor işte.kimileri bu olaya inanıyor (pi nin yaşamını yazmak isteyen kişi gibi) kimisi de inanmıyor (japon firmasından gelen çalışanlar gibi). neyin doğru neyin yanlış olduğuna nasıl inanabiliriz? böyle bir olay karşısında yaşadığın olayı efsaneleştirmek mi istersin yoksa mucize yaşamadığına inanmak mı istersin ? böyle bir ikilemde kalan kişinin anlattıklarına ne derece güvenebiliriz?
Sil