Sayfalar

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Fight Club 1999 - Bir Psikonevrotiğin Kütleçekimi

Abuk halka, sabuk direğe. Ne kadar da farklı yorumluyorsunuz? Ne kadar da ahmaksınız? Nasıl insanlarsınız siz? Etkinin arz-talebini yorumlarken, ihtiyaçlara, ritüellere, çarelere yeni yollar arıyor kimileri. Ayırıyor zamanının görece bölümünü. Sıralamakta uzmanlaşmaya çalışıyorken karakterli olanlar, lego görevi gördüklerinin farkında olmalılar; yalnız amaca hizmet edebiliyor olmak ancak amaçtan uzaklaşmak kadar ihtiraslı olana dek. Defalarca 'anahtar' kelimesini tekrarlıyor yanımdaki herhangisi. Ne işe yarar ki bu anahtar? Sanırım anlıyorum galiba. Önce bir dükkan açmalıyım. Anahtar, milli menteşe ile sürgülü kapının kilidi ile uyum sağlamalı. Anahtarım olmalı ki, markası önemli değil, bir bölüğü idame ettirebilecek, bir tamı bölebilecek karakteristikte yoğurmalıyım etrafımı. Habitatım olmalı önce. Sürüyü peşine takana dek geçerli bu biraz da, elektroliz ile ayırmalı kimyasalları. Yanımdaki akıl verenim, yalnızca bunları fısıldamıyor. Ölçüyor, biçiyor, mimarisini tasarlayan yeni yetmeler ağızları kulaklarında takip ediyorlar yapımı. Ta ki, Tanrısal olduğunu düşündükleri günün, onlara geceyi hatırlatması gibi... Biliyor yanımdaki şimdinin olumlanmasının gereksizliğini. O yok mu o, sana bir sır vermeliyim deyip, Fight Club'un kitleleri çekmesini, kültleştirilmesini Isaac Newton'a kadar indirgiyor. Bu indirgemeyi, hutbeleştirerek, devamında da hadisleştirerek ironikleştirmeliyim. Özün tahlilini yapamayıp, sese gelenlere selam olsun...

Selam Verdik Borçlu Çıkmayalım

Yorumlamaya kalkıştığımız ve hayvani realitelerimizi çöpe bastığımız (çöpe basmak) şu dakikalarda olayın fizibilitesinin ayırdına vararak, hiç olmazsa boşladığımıza kani olmamanız için film bazında David Fincher imzalı, 10 Aralık 1999 galalı, modern toplum eleştirisi tandanslı, çarpıcı, sarsıcı, yan tutturan, ve saymakla bitirebileceğimiz, yalnızca saymaya üşeneceğimiz birçok özelliği barındırabilen bu perdeoyununun özgeçmişine ışık tutmaya çalışacağız. Ne ola ki Fight Club? Anası kimdir, babası necidir? Meşrudur inşaAllah. Jesus izlerken Cry? Meraklanmamayı kes, başlamaya başlıyoruz...


Korkmayın cefakar okuyucu. Meşrudur bizim jojuq. Yalnız bir problem var. Cinsiyeti belirsiz. İzleyici erkek mi; o zaman kendisi de maskülen, kadın mı; o zaman filmciğimiz de feminen, AB izleyici mi; o zaman da film is Avrupai!!! Dönek değil be pırtık, anla işte kendisi sanat kategorisinde değerlendiriliyor. Şimdi sorman gereken soru şu olmalı: 'İyi orasını anladık, sanat kategorisi derken öz be öz film olduğunu mu ima ediyorsun?' Tamam sorun güzel. Cevabımı veriyorum. 'Hayır'. Kendisinin menşei edebiyat category'de değerlendirilmeli. Nedeni ise gayet basit: Fight Club, Washington, Şubat 1962 doğumlu Chuck Palahniuk'un elinden çıkma Fight Club adlı eserinden adapte edilmiştir. Wikipedia TR'nin yavşamasına göre ise, bu roman yayıncılar tarafından zevkle kitaplaştırılmıştır. Romanı direkt olarak kurgulamadığı, öykücü (öykü yazarı) olduğu için çeşitlendirmeye çalıştığı bilgisi ajanslarımıza yeni düşen bilgilerden en önemlilerindendir. Öykücüklerine postmodernizm ışığında vereceği ad öncelikle 'Kargaşa Projesi' -miş,mış. Eğer isim değişikliği olmasaydı, filmimizin adının 'Kargaşa Projesi' olacağı fikrinin, sizi korkutacağını ve depresyona sürükleyeceğini düşünmem ise bu dehşetli bilgiyi önemli kılmaktadır.

Yazılar imana geldi, görüntüye girdi 

Yanılmıyorsam, herhangi bir yılda bu filmi izlemiştim. O zaman var olan kültür bilinci, daha çok gösterişe ve yapaylığa dayalı olduğundan, film hakkındaki yargılarım; olayın kendi iç dinamikleri; absürtlüğümüze karşı gelmiş, onları var olan düzen hakkında sorun olduğu kıvama duyumsatabildiği raddeye getirmiş, kısacası açlık çeken beyinlere, bir nevi pansuman görevi gördüğüydü. Fiziksel olarak gözlemleyebildiğim belirtiler ise, filme denk gelen arkadaşların sağa sola atlayıp zıplıyor olduğu, replikleri tekrar etmeye uğraşmaya çalıştıkları, çeşitli sorunlarına daha önce yaklaştıkları gibi değil de ...-Man'sal bir biçimde aldırış etmemeleriydi. Bu film izlenmeli miydi? Popüler kültüre karşı gelinemezdi. Özellikle uyuşuklar için sorun ötesi bir durumdu 'hayır' diyebilmek. Evet, kesinlikle evet. 

Konu belliydi, peki film nasıl çekilecekti? Zamanının büyük sükselerinden Matrix'in kamera senkronunu yakalamaya çalıştıklarını söylemeliyim. Amaç, kafanızda hemen kıvılcımlanacak kanıksanmış bir illüzyon, yani değişik açılardan binlerce görüntü ile sahneyi tam olarak kafamızda yaşatmaktı. Bu olay için çeşitli fikir alış-verişlerinden sonra 5 tane ortogonal (90 derecelik dik, bağımsız velakin tümleyen) kamera ile artık çekim için gerekli aletler sağlanıyordu. Ekipten Paul Johnson sahne geçişleri konusunda dizaynları ile işi kolaylaştırıyor, görsel efekt fotoğrafçısı Michael Middleton da, sahne durağanlığı için kareleri denkleştiriyordu. Fincher'a da olayı kendi bağlılığı ile seçme özgürlüğü bırakılıyor; Fincher da çekimleri izlediğimiz boyuta taşıyordu. Boyutlar arası yolculuğun baş mimarları ise Brad Pitt, Edward Norton, Helena Bonham Carter insancanlarıdır.

Bu Kim Lan, Edward Norton, David Fincher, Helena Bonham Carter, Brad Pitt

Filmi yorumlamaya gelecek olursak, daha karpuz kesmeyeceğimize göre geleyim, Edward Norton (Anlatıcı) kendi halinde otomobil firmasında çalışan tekdüze bir kişioğludur. Evini Ikea'dan döşemiş, çeşitli eşyalarına özel siparişler vererek sahip olabilmiş, özünde anlamsızlaşan hayatını bu gibi gereçlerle yeşerten karakterimiz içten içe yanmakta, buna bir çözüm aramaktadır ve vücut bireyle baş edemeyerek uykusuzluk sorunu bahanesiyle bireyimizi hayatın akışına sürükler. Doktor tavsiyesi ile kanserli bir grubun telkinlerine, kendilerini açma girişimlerine katılmanın ilginç bir deneyim olacağını o da kabullenir. Ve bu seanslarda ilgisini çektiği, 'TESTİS KANSERİ' olduğunu iddia eden Helena Bonham Carter (Marla Singer) isimli hanımefendi ile irtibat kurar. Bu ikili bir şeyler çabalamaya çalışır, hastalar ağlar, izleyen ne yapar? Filme bakar. Bu kısım filmin çok daha başlarında izleyiciye aktarılır ya da tabirimle baktırılır. Hayatın sıradanlaşması, hem bireyle, hem varoluşçulukla yakınen alakalıdır. Buna sistemin neden olduğu cevabını verebiliriz. Yalnız belirtmem gereken bir nokta var ki, Kapitalizm eleştirisi yalnızca işin kebap kısmı, tadıdır. Sorun gerçek manada varoluşsala, ya da yokavarışsala bağlanmalıdır. Kördüğümü gördüğüm an üzülmüştüm göremeyenler adına. Üzülmek insanca değil, pek insanca. Çaresizlik, hayatın yavanlığı gibi mefhumlar aslında bize pek de uzak değillerdir. Edebiyatımızda Tutunamayanlar, Aylak Adam, Kürk Mantolu Madonna gibi belli başlı eserler bu modernizme, varoluşsal bir harmanla hunharca değinmişlerdir. Hastanın uykusuzluk problemi, hastanın gerçek buhranı değildir. Onun asıl sorunu ölü jenerasyonun üyelerinden birisi olduğunu düşünmesidir. Bu jenerasyonu bir çatı altında toplamalı. Peki nasıl? Edward Norton (Anlatıcı) kurguluyor.Devam ediyoruz...

Hayatımı bitirdin. Korkmuyorum artık senden. (Abanmak yok) 

Edward Norton (Anlatıcı), nedeni belirsiz bir yolculuk sırasında Brad Pitt (Tyler Durden) ile karşılaşır. İki erkek oturmuş konuşadursunlar, değinmem gereken çok önemli bir yönetmen başarısından söz etmem gerek. David Fincher, filmin başı dahil olmak üzere- Anlatıcı&Durden arasında hat safhaya çıkan- yapması gerektiği gibi, çoğu uyarlamada görülmeyen bir olaya imza atıyor. Sinemada görüntüye yüklenmek gerektiğinden mütevellit, yönetmenler olay her ne kadar aristokratik olsa da, saçma sapan diyaloglar ve monologlarla filmin kalitesini aşağılara çekmekte kusursuza yakın bir başarı sergilerler. Sinemanın başlıca sorunu da, bundan dolayı konuşma sekanslarının seyirciyi kolay kolay içine çekememesinden kaynaklanır. Burada Fincher ne yapıyor, edebiyat uyarlaması olan konunun yazı diline sahip çıkıyor. Edebiyatın en önemli silahını, 7.Sanat'a damıtarak, diyalogları ve monologları, hatta polilogları bir edebiyatçının ağzından işe monteleyerek işi bitiriyor. Çok keyifli mottolara, aforizmalara, manifestolara karşı gelmediği için, film bir başka açıdan saygı görmekte. Arkadaşlarımızın konuşması sanırım bitti. Anlatıcı, yolculuk sonu Tyler Durden ile vedalaştığında evine dönerken bir de ne görse afallarsınız? İzleyip, görün (Metanın değeri). Anlatıcı, ne yapması gerektiğini irdelerken, cebinde Tyler Durden'ın kartını bulur. Onu arar, Tyler gel demez; ancak gel der (Bu marjinallik de, filmin hammadesini oluşturuyor). Tyler Durden, bir arkadaşta bulunması gereken bütün özelliklere sahiptir. Yakışıklı, zeki, karizmatik, güçlü, isyankar... Her özellik sanki özenle bahşedilmiş, insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bombanın patlama zamanı yaklaşıyor. Tyler ile Anlatıcı belirli bir barda buluşarak hasbihal etmeyi kronikleştirirken, bardan ayrıldıkları bir anda, Anlatıcı'dan kendisini feci şekilde dövmesini istemektedir. Ancak söylemleri ve tavırlarıyla Anlatıcı'yı kendisine bağlamayı başarmıştır. Anlatıcı, duvarları yıkmaya çalışır, ancak ve ancak Tyler'ın küplere binmesinin akabinde artık Anlatıcı yavaş yavaş kendini bulmaya başlıyor olacaktır. Bar gibi, kavgalar da kronikleşir. Ölü jenerasyonun diğer çaresiz fertleri, kavgayı merakla gözlemekte, işin keyfine varmaktadırlar. Tyler, bu topluluğu Dövüş Kulübü adı altında örgütlemeye başlayacaktır. Buradan çıkarmamız gereken mesajlardan en önemlisi, yalnızlığın yalnıza ait olmadığıdır. Sistem kendi topluluğunu yaratmakta, işine yaramayanları diskalifiye etmektedir. %1 bile olsa, ki değil, o topluluk sağlam bir komün kurabilmek için yeterli düzeydedir. Kısacası, yalnız değilsiniz.

Tyler Durden ile Tyler Durden içkilerini paylaşırlarken

Tyler, işleri büyütür. Anlatıcı da yanında Başkan Yardımcılığı sıfatıyla egosunu şişirir. Bu arada Tyler ve Anlatıcı buldukları kullanılmaz bir evde, yanlarına Marla Singer'ı da alırlar; neyseki yok eskiden bizim tarlalar daha çok ekin verirdi, yok eski otobanlar 8 şeritliydi mealinde 'ayol'luk sohbetlerle zamanlarını harcamazlar. Bayağı bildiğin kallavi konulara erginler, evrilir, harekete geçerler. Çeşitli kurallarla bezedikleri Dövüş Kulübü artık hayatlarının ayrılmaz bir parçasıdır. "Dövüş kulübünün ilk kuralı: Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin. Dövüş kulübünün 2.kuralı: Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin." ayarında kendi kitlesel dönüşümlerini onarmayı biat edinmişlerdir. Gel zaman, git zaman kulübün popülaritesi o kadar artar ki, Tyler ile Anlatıcı ölü jenerasyonun mesihi haline gelirler. Anarşi, amacına ulaşmaya yakınsıyor. Acaba, mesihler peygamberlerin yarım bıraktığı elmayı ısırıp level'ı arttırabilecekler midir? Buradan kapmamız gereken olay, sistemin kendi içinde kendisine karşı gelme payı bıraktığıdır. Matematiksel kural olarak, ancak payın sıfır olabilme ihtimalinin olduğunu bildiğimize göre, (Soyut matematik deyip çemkirme hemen, basite indirgiyoruz, ilkokul düzeyine in yavrucuğum) kendini sıfırlayan pay kendisini kullanılmaz bir hale getirir. Böylece, her ne kadar amaca uygun olmasa bile masumane duygular yerini, saçmalıklara bırakır. Film bazlı örnek vermem gerekirse, bu film dünyada 100 milyon 800 bin dolar civarı hasılat yapmıştır (Net 37 milyon dolar civarı). Ve hemen ardından oyun yapımcıları bu filme bir de oyun uyarlaması yapmayı düşünmüşlerdir. Mamafih, istedikleri olmamış; çünkü film ve kitabın hayranları, çıkacak oyunun amacının salt kapital olduğunu düşünmüşlerdir. Bu tezat, dünyadaki her şeyi hamile bırakabilecek kadar gebe bir düşünce acizliğinin fenomenel ispatıdır (Yeni yetme ideoloji). Yine kısacası, hatta kıpkısacası İNSAN SEFİL BİR HAYVANDIR.

Sabun satıyorum bebeğim

Tyler ile Anlatıcı giderek uzlaşmaya başlıyordur (Çak dostum, çakmadan önce de elime bir bak, Royal Flush). Bunun, asıl nedeni beyindeki elektrik akımının kurguladığı olayı sonuçlandırmaya çalışıyor olmasından ileri gitmektedir. Nasıl yani, tepkisini alır gibi oldum (gibi olmak). Bomba gerçek anlamda patlayacak. Daha zaman var bu meçhulsüz faile. İki arkadaş yek vücut olmuştur Anlatıcı'ya göre. Ardından birleşen ayrıksı vücutlar, devinimlerine devam edip birbirlerinden ayrıldıklarından olsa gerek, tekrar ayrılmaya başlar (Vücut yapıp meydanlarda eros kundaklayan beyaz atletliler kendilerini pek de matah sanmasınlar, bilmem anlatabiliyor muyum, yoksa vücudum mu yok bilmem kıskanıyor muyum?). Kaldığımız yer şöyle ola ki; Tyler Durden bu güruhu Kıyamet Projesi adı altında gazlamaktadır. Sorun şöyle ola ki, Anlatıcı'nın bu projeden haberi bile yoktur. Sonra şöyle oluyor ki; Anlatıcı bu olayı, bu dostcanlısı dostunun gizli kapaklı bir iş çevirdiği gerçeğini bir türlü idrak edemez, tabiri faiz ise şoka girer. Yarattıkları Dövüş Kulübü'nün artık kontrol edilemeyecek seviyeye geldiğini düşünen Anlatıcı, bu projeyi sağda solda 'nasıl gidiyor' diye soranlara, 'asayiş berkemal' diye cevap veren polis cemiyetine, bir arzuhalim var cüccük gibi diyerek mi başlasam; yoksa çok önemli bilgilerim var, bu bilgiler ışığında beni behemehal aylık 100 mangıra bağlayın harbiden bak ile mi konuya girsem diye amerika birleşik devletleri polis depatmanına tırıs tırıs yol alır. Yol almasa, döl alacak kahramanımız yol almayı tercih etmekte benim ve trilyonlarca izleyicinin de haklı övgüsüne mazhar olur. Sapır sapır döküldükten sonra ortamı terk eder. Projenin amacı ise  büyük bankaların merkezlerinin havaya uçurularak bütün hesapların silinmesi ve insanların borçsuz olarak yeni bir hayata başlamasını esas alır. 

Amerika Birleşik Devletleri 100 dolar banknote

Sahneler birbirini kovalarken, filmin son demlerinde heyecan dozu kat be kat artarken, izleyenlerin önemli bir kısmının Passiflora hüplettiğine şahit olunurken ben, filmi kaçırabilirdim ama kaçırmadım. Bu çok mühim malûmattan sonra filmin ne olduğunu tam manasıyla kavramaya başlıyoruz. Anlatıcı, değindiğimiz gibi yaşadığı buhranı proje tamamlanırken üzerinden atmayı başarıyor. Çünkü, amacına ulaşmış oluyor. Proje tamamlanırken mi? Evet, aynen öyle. Nasıl mı? Olay şundan ibaret; Anlatıcı denen şahıs işin özünde, Tyler Durden'ın ta kendisidir. Tyler, her türlü yeteneğe haiz bir hayaldir. Çünkü Freudsal açıdan ortaya konan bir gerçek vardır ki; insanlarda süperego denilen bir kavram mevcuttur. Her zaman istediğimiz gibi davranamaz, toplum kurallarını tam olarak yadsıyamaz, kendimizi yaşayamayız. Bu durumlarda kendi bünyemizde barındırdığımız süperegomuz, yapamadıklarımızı yapar, söyleyemediklerimizi söyler, yıkamadıklarımızı yıkar, si.... her neyse bu kadar yeter. Çeşitli sahnelerde, bu şizofrenik vaka ile ilintili muhtelif ipuçları verilmektedir. Ancak, sunulan dünyada bu durumu kesinleyebilmek pek de anti-olasılık dışı (!) değildir. Zaman gelir. Saatli bomba patlar. Hayali Tyler ile Kapital binalar yok olur. Oyuncumuz kendine gelir. Bir Psikonevrotiğin Kütleçekimi jenerik ile beraber zihnimizin derinliklerine kendini kazımak görevini tamamladığını sezebiliyordur.

Beni çok kötü bir zamanımda tanıdın

Artık olaya daha genel perspektiften bakabiliriz, sayın okuyucu. Filmin en önemli olayı çift taraflı bir başarıya kavuşabilmesi, kavuşturabilmesidir. Düalist bir yeti söz konusudur. Hem görselliğin, hem o kadar baskın gelen anlatılmak istenenin, bağlaşık bir yapı içinde sunulması biz izleyicilerde sarsıcı bir haz niteliğinde açığa çıkar. Oyuncuların bir o kadar başarılı olması olayı katmerlemektedir. Özellikle Brad Pitt, çok büyük oynamış, role cuk cuk cuk oturup kalkmıştır. İmaj olarak böyle bir karakteri kaldırabileceğini açıkça herkes görebilir. İmajını kullanabilmek ise her babayiğidin harcı değildir (Pitt is this). Edward Norton'un bu karakter için fazla kastığını görmemek için ya kör olmak, ya da çok net görebilmek gerekir (Net kavramını mevzubahiste; oturumu güneşe yıllarca bakıp kör olmayan tiplerden açıyorum). Helena Bonham Carter'ın Marla Singer'ın hakkını verebildiği sağır sultanın bile zamanında duyumsal gündemindedir. Sigara dumanını helezoik bir biçimde tüttürmesi, sigaraseverlerin gönlünde taht kurmuş, bu işin hakkından aynı asalet ve umarsızlıkta ben de gelmeliyim diye düşünmelerine yol açmıştır. Film algılandığında, Cornelius kuvveti ayarında türettiğimiz girdabımız şuh ruhlarda tatlı tebessümler bırakır.

Filmin müziklerine The Dust Brothers imza atmıştır. 45 parçayı, filmle çok alakalı olarak- bu işin tamamen bir ekip çalışması olduğunu kanıtlar nitelikte- elektronik, trip-hop tarzda yorumlamışlardır. Elektronik Gitar, Synthesizer ve Bateri öncüllü ekipmanlarıyla, parçalarını genellikle Minör akorlu kaydetmişlerdir. Gaz parçalar, filmin fanları tarafından ayrı bir sahiplenilmiş, sıcak havalarda ruhlarına fan görevi maksadıyla tüketilmişlerdir. Where is My Mind, This Is Your Life, Medula Oblongata gibi ses bileşimleri kulağım ile irtibatını nedense hâlâ kesmemektedirler. KabaKulak kardeşlerimizin parçalarla haşır neşir olmalarını temenni eder, sözlerini idrak etmeleri için çeşitli kurumlarda hayrına bulunacağımı taahhüt eder, hatta isterlerse onlarla düet yapmayı da kabullenebilirim.


Filmde vargeçen, ağızlara sakız olan 25. Kare tekniği (Bilinçaltını etkilemeyi hedefleyen mesajlara “subliminal” adı veriliyor. Normalde filmler saniyede 24 Kare içermektedir. Ancak bazı olaylarda bu “subliminal” mesajları vermek amaçlı, saniyede 25 Kare içeren ve 25.Karede saniyenin 1/25'ini kapsayan görüntü medceziri yaşanır. Bu gelgit tam olarak algılanamaz, ancak bilinçaltına mesaj iletilmiştir bile. Ülkemizde sık sık her subliminal olayı, masonlukla iliştiren yeni bir görüş egemendir. Asi gençler, ellerine baltaları, ceplerine palaları, kafalarında -Yahudi kanı, Yahudi kanı- sloganıyla kendi Dövüş Kulübü'nü fiilen de olsa yaratmışlardır. Çünkü kapitalin kaynağı Yahudilerdir. Para sahipleri Yahudilerdir. Amaçları dünyayı yönetmektir. Hadi el ele verelim, dinimiz elden gitmesin, ülkücülüğümüz madara edilmesindir. Kısmen haklılardır. Ancak ne her subliminal mesaj masonlukla, ne her mason gaddarlıkla itham edilmelidir. Ağızlara sakız, yetmelere hayırlı yenilikler) de cemaatimizde bolca kafa yorduğumuz, ciddiye aldığımız, ardından üzerine sifonu çektiğimiz fazlaca değerli bir konu. Filmin başlarında var olan anlık görüntülerin asıl amacı Tyler Durden'ın halisünatif etkisinin betimlenmesidir. Tyler planı kurduğunda yani kendi Tyler'ını yarattığında artık var olan 25.Kareler (21.dakikadan sonraki gizler) halisünatif etkilerin değil, subliminal amacın ne olduğunu yine subliminal şekilde izleyiciye aktarmak, olayı açığa çıkarmaya uğraşmaktır.

Filmin kazandığı ödüller:
2000 Empire Ödülleri (UK), En iyi Britanyalı Aktirist (Helena Bonham Carter)
2001 Online Film Critics Society Ödülleri, En iyi DVD, En iyi DVD anlatımı, ve En iyi DVD Özel İçerikleri
2005 Total Film Magazine Ödülleri (UK) "Dünyanın bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülü"
Filmin bazı ödül adaylıkları:
2000 Akademi Ödülleri, En iyi ses efektleri
2000 Brit Ödülleri, En iyi soundtrack
2001 MTV Film Ödülleri, En iyi dövüş (Edward Norton kendisi ile dövüştüğü sahne)
2000 Politik Film Birliği Ödülleri, Demokrasi ödülü

Yıkım, Kıyım, Sabun, Paçanga Böreği, Güle Güle



3 yorum: