Müzik, tek başına bizi yeri geldiğinde duygulandırıp
depresif durumlara sokarken yeri geldiğinde neşelendiren bir araç (belki de
daha fazlası). Peki müzik son yüzyılın
parlayan sanatı sinema için ne ifade ediyor?
Sinemada her zaman önemli bir yere sahip olan müzik son zamanlarda daha da fazla yer edinmekte. Öyle ki filmler vizyona girdiklerinde soundtrack albümleri de müzik marketlerdeki yerlerini alıyor. Bazı filmlerin yeri geldiğinde yüzde seksene doksana varan oranda müzikle iç içe olduğunu görüyoruz.
Sahnelerin insanlar üzerinde oluşturdukları etki, hiç şüphesiz ki ses efektleri ve müzik olduğunda çok daha artıyor. Yavaş akan bir sahnede aynı ağırlıktaki bir müzik o sahneyi doyumsuz yapabiliyor. Ya da aksiyon sahnelerin hızlı müzikleri. İşte bundan olsa gerek bazı yönetmenler bunun bir kaçış yolu olduğunu, filmde müziğin kullanılmamasını en azından minimuma indirgenmesinden yanalar. Zeki Demirkubuz bu ilişkiyi şöyle açıklamıştır : " Sinemayla müzik kötü bir evlilik... Tuhaf bir evlilik.Hiçbir kriteri olmayan aşağılık derecesinde evlilik derecesinde birbirini kullanan evlilikler vardır. İnsanlar birbirlerini kullanmak için o ilişkinin içinde kendilerini bulurlar.Günümüzde müzikle sinema biraz da buna benzedi. O onun pisliklerini eksiklerini kapatıyor, diğeri de onun pisliklerini kapatıyor.Bunu böyle görüyorsam bu konuda benim dikkat etmem hatta dikkat etmemden öte tavır göstermem gereken bir konu.Bir sahneyi yeteri kadar olması gerektiği gibi anlatamazsanız yine aynı şekilde mizanseni sahnenin yazılma amacını anlatamazsanız müzik devreye girer." Katıldığım yerler olduğu kadar katılmadığım yerler de var. Olaya nasıl baktığına bağlı biraz da. Sinemayla müziğin mutlu bir evliliği de olabilir. Tamam 3. sınıf korku filmleri (hatta ve hatta 2. ve 1. sınıf korku filmleri de) müzikle sinemanın çıkara dayalı bir evliliği. Nerede korkmamız gerektiğini müzik bize söylüyor. Salt tek başına sahnenin bir işlevi yok kabul ediyorum. Ama sinemayla müziğin mutlu çocukları da olmadı değil. Şuan ilk aklıma gelen mr. Nobody. Sahneler tek başına bile etkileyiciyken müzikle şaha kalkıyor.
Müziğinin filmin önüne geçtiği filmler de var. Örneğin Amelie. Yann Tiersen (Amelie nin müzisyeni olarak bilinir ki aslında bundan çok daha fazlasıdır.) belki de yönetmenden daha çok katkı vermiştir filme. Böyle olunca bazı yönetmenlerin de filmlerde müziğin kısıtlanması gerektiğini düşünmeleri doğal. Lars von Trier önderliğinde Danimarkalı birkaç yönetmen Dogma 95 adı altına bir oluşuma gitmişlerdir. Bu oluşumu incelemekte de fayda var. Genel olarak müziğin sihrinin sinemada sömürüldüğünü düşünmüşlerdir.
Filmlerde müziğin kullanılması taraftarıyım. Ama kullanırken buna sığınmalarını istemem. Bence Christopher Nolan bunun ayrımını çok iyi yapıyor. Filmleri müzikle çok sıkı fıkı olmasına rağmen en etkileyici sahnelerinin bazılarını müziksiz çekmiştir. (bkz. sinema tarihinin en etkileyici dövüş sahnelerinden biri olan batman vs bane ya da Chicago sokaklarında kocaman tırı devirdiği sahne . Evet tırı gerçekten deviriyorlar. )
Sinemada her zaman önemli bir yere sahip olan müzik son zamanlarda daha da fazla yer edinmekte. Öyle ki filmler vizyona girdiklerinde soundtrack albümleri de müzik marketlerdeki yerlerini alıyor. Bazı filmlerin yeri geldiğinde yüzde seksene doksana varan oranda müzikle iç içe olduğunu görüyoruz.
Sahnelerin insanlar üzerinde oluşturdukları etki, hiç şüphesiz ki ses efektleri ve müzik olduğunda çok daha artıyor. Yavaş akan bir sahnede aynı ağırlıktaki bir müzik o sahneyi doyumsuz yapabiliyor. Ya da aksiyon sahnelerin hızlı müzikleri. İşte bundan olsa gerek bazı yönetmenler bunun bir kaçış yolu olduğunu, filmde müziğin kullanılmamasını en azından minimuma indirgenmesinden yanalar. Zeki Demirkubuz bu ilişkiyi şöyle açıklamıştır : " Sinemayla müzik kötü bir evlilik... Tuhaf bir evlilik.Hiçbir kriteri olmayan aşağılık derecesinde evlilik derecesinde birbirini kullanan evlilikler vardır. İnsanlar birbirlerini kullanmak için o ilişkinin içinde kendilerini bulurlar.Günümüzde müzikle sinema biraz da buna benzedi. O onun pisliklerini eksiklerini kapatıyor, diğeri de onun pisliklerini kapatıyor.Bunu böyle görüyorsam bu konuda benim dikkat etmem hatta dikkat etmemden öte tavır göstermem gereken bir konu.Bir sahneyi yeteri kadar olması gerektiği gibi anlatamazsanız yine aynı şekilde mizanseni sahnenin yazılma amacını anlatamazsanız müzik devreye girer." Katıldığım yerler olduğu kadar katılmadığım yerler de var. Olaya nasıl baktığına bağlı biraz da. Sinemayla müziğin mutlu bir evliliği de olabilir. Tamam 3. sınıf korku filmleri (hatta ve hatta 2. ve 1. sınıf korku filmleri de) müzikle sinemanın çıkara dayalı bir evliliği. Nerede korkmamız gerektiğini müzik bize söylüyor. Salt tek başına sahnenin bir işlevi yok kabul ediyorum. Ama sinemayla müziğin mutlu çocukları da olmadı değil. Şuan ilk aklıma gelen mr. Nobody. Sahneler tek başına bile etkileyiciyken müzikle şaha kalkıyor.
Müziğinin filmin önüne geçtiği filmler de var. Örneğin Amelie. Yann Tiersen (Amelie nin müzisyeni olarak bilinir ki aslında bundan çok daha fazlasıdır.) belki de yönetmenden daha çok katkı vermiştir filme. Böyle olunca bazı yönetmenlerin de filmlerde müziğin kısıtlanması gerektiğini düşünmeleri doğal. Lars von Trier önderliğinde Danimarkalı birkaç yönetmen Dogma 95 adı altına bir oluşuma gitmişlerdir. Bu oluşumu incelemekte de fayda var. Genel olarak müziğin sihrinin sinemada sömürüldüğünü düşünmüşlerdir.
Yann Tiersen
Filmlerde müziğin kullanılması taraftarıyım. Ama kullanırken buna sığınmalarını istemem. Bence Christopher Nolan bunun ayrımını çok iyi yapıyor. Filmleri müzikle çok sıkı fıkı olmasına rağmen en etkileyici sahnelerinin bazılarını müziksiz çekmiştir. (bkz. sinema tarihinin en etkileyici dövüş sahnelerinden biri olan batman vs bane ya da Chicago sokaklarında kocaman tırı devirdiği sahne . Evet tırı gerçekten deviriyorlar. )
the good , the bad and the ugly (1966) - music by ennio morricone
Sinema ile müziğin ilişkisinin güzel örneklerine kült olmuş filmlerin kült müziklerini verebiliriz. Anlatılmak istenen duyguya en uygun müzikleri kullanmışlardır ki bu da insanı etkisi altına alan filmler doğurmuş. The Good, The Bad and The Ugly o çok meşhur müziği olmasa bu kadar akılda kalır mıydı ? Ya da The Godfather ? Inception (şuan için kült sayılmayabilir ama ileride kesinlikle kült filmler arasında sayılacak.) bu kadar gerer
miydi bizi ? Stanley Kubrick filmlerindeki karmaşık duyguların sebebi ne ?
Hans Zimmer
Film müzikleri demişken Hans Zimmer ’a değinmeden geçmek
olmazdı. Birçok filme ve oyuna müzik yapan Hans Zimmer günümüzün en önemli
müzisyenlerinden biridir hiç şüphesiz ki. Batman Trilogy, İnception, Sherlock
Holmes, King Arthur, The Last Samurai, Pearl Harbor , Gladiator , The Lion King
(bu filmle oscar da almıştır kendileri), Rain Man müzik yaptığı filmlerden
bazıları. Şuanda Christopher Nolan ile de çok iyi bir ikili oluşturmuşlardır. Son zamanlarda favorilerimde olan başka bir
müzisyen ise Alexandre Desplat. İlk aklıma gelen filmleri The Tree of Life
ve Moonrise Kingdom. Bir de Clint Mansell var. Pi , Requiem for a Dream ve diğer Darren Aronofsky filmlerinin de müzisyeni.
Müzik, sinemanın ihtiyacı olan değil hakettiği dostu. Sırası geldiğinde ondan faydalanacaklar. Pisliklerini kapatmak için onu kullanacaklar ama buna aldırış etmeyecek. Çünkü o suskun nöbetçi, dikkatli koruma, çığırtkan bir arkadaş...
Eline sağlık çok güzel yorumlamışsın müzik ile sinema ilişkisini. Müzik, yönetmenler ne amaçla kullanırsa kullansın, sinemanın olmazsa olmaz dostudur. :)
YanıtlaSil